Yazılar

Bir şehir efsanesi mi? Yargıcın eski odacısı H.B’nin soyadı davada B.’oğlu’ mu yapıldı?

Ülkemizde aralarında avukat, savcı ve sınırlı sayıda yargıcın olduğu bir güruhun birbirini kolladığı, karşılıklı menfaatler doğrultusunda hareket ettiği yıllardır iddia ediliyor. Ve bu iddialara bir şehir efsanesi eşlik ediyor…

Yargının bütünlüğünü, bağımsızlığını ve hesap verebilirliğini tehlikeye atan başarısızlıklar her ülke için büyük bir sorundur. Yargıda ve kolluk kuvvetlerindeki yolsuzluk yasa önünde eşitsizlik yaratarak, insanları adil yargılanma hakkından mahrum bırakır.

Uluslararası Şeffaflık Örgütü, yozlaşmış bir yargı sisteminde, para ve nüfuza göre hangi davalara öncelik verilip, hangilerinin reddedileceğine karar verilebileceğine dikkat çekiyor ve yolsuzlukla faillerin ceza almadan kurtulabileceğini, mağdurların adalet arayışlarının sonuçsuz kalabileceğini kaydediyor.

Örgüte göre, ‘Yargıdaki atamaların kayırmacılıktan ziyade liyakate dayalı olmasını bağımsız bir organ ve kamu gözetimi garanti edebilir’. Ayrıca ‘Adli personel, rüşvete daha az eğilimli olmalarını sağlamak için yeterince eğitilmeli; makul maaş ve emekli maaşı almalıdır.’

Ülkemizde aralarında avukat, savcı ve sınırlı sayıda yargıcın olduğu bir güruhun birbirini kolladığı, karşılıklı menfaatler doğrultusunda hareket ettiği yıllardır iddia ediliyor. Üstelik bu organize ekibin Polis’te de kolu olduğu ileri sürülüyor. Polis’te ve Savcılık’ta soruşturma süreçlerinin kişiye göre ağır ilerletildiği veya kişiye özel soruşturmaların ötelendiği iddialarının yanı sıra, yargı süreçlerinde bazı suçluların hukuki kılıfına sokularak daha az ceza almasının sağlandığı veya hukuki esnetmelerle korunan suçlular karşısında mağdurlara adaletsizlik yaratıldığı ileri sürülüyor.

Bir parantez açarak, amacımın yargıya olan güveni sarsmak değil, aksine bağımsız ve dürüst yargının daha da güçlenmesine çabalamak olduğunu belirtirim.

Bu iddiaların her birinde aynı avukatların, aynı savcıların ve aynı yargıçların adının geçmesi, tekrarlayan bir model olduğunun ipuçlarını ortaya çıkarıyor. Yolsuzluk çoğu kez kolektiftir, birden fazla yetkiliyle birlikte yapılır, sistemik ve kroniktir.

Söz konusu iddialar, kasasında rüşvet verecek yüklü miktarda parası olanlara yönelik soruşturma ve kovuşturma süreçlerinin ağırdan alınmasına, çapı büyük, cezası ağır, sanıkları varlıklı davaların neredeyse her birinde tanık ve/veya sanıkların teminatlarının değiştirilmesine, yurt dışına çıkışlarına izin verilmesine, esaslı tanıkların davalılar tarafından ülke dışında büyük vaatlerle kaçırılmalarına seyirci kalınmasına dayandırılıyor. 

Bu tanıkların yurt dışına kaçtıkları için istintak edilemeyecek oluşları ve Mahkeme’de artık sorgulanamayacak tanıkların verdikleri önceki ifadelerin değerini yitirmesi, davaların takipsizlik kararı ile sonuçlanmasını sağlıyor.

Keza devletin avukatı olarak Başsavcılığın bazı davalara neden savcı değil de avukat atadığı, bazı davalarda da yargılama sürecini ısrarla savcısının yürütmesini tercih ettiği ve gerekçeleri bilinmiyor. 

Doğru ya da yanlış, yıllardır sürdürüldüğü iddia edilen bu sistemik ve organize yolsuzluk savları, bazı şehir efsanelerinin doğmasına veya üretilmesine ve yayılarak daha fazla tüketilmesine neden oluyor. 

Yine de tek tek dava özelinde bakıldığında, bu durumun oldukça dikkat çektiği söylenebilir. Kısa bir süre içerisinde üzerinde halen çalıştığım bir liste yayımlayacağım. Bu listeyle, hangi davalarda esaslı tanık ve/veya sanıkların kaçtıkları veya teminat değişikliği ile ülke dışına gittikleri ve davaların nasıl takipsizlikle sonuçlandığı daha net anlaşılabilecek.

Gelelim şu meşhur şehir efsanesine: Güya bir yargıcın birinci dereceden yakın aile üyeleri arasındaki bir davayla bağlantılı olarak, yargıcın odacısı H.B, davalı aile üyelerinden birine ‘tehdit mektupları’nı postalayan kişidir. H.B’ye Polis soruşturması sonucunda ceza davası açılır. Mağusa’da görülen bu davada olayın yargıçla ilişkilendirilmesine engel olmak amacıyla sanığın soyadı B.’oğlu’ olarak değiştirilir. 

Böylelikle, iddiaya göre, H.B.’oğlu’nun yargıcın odacısı H.B olduğu ileri sürülemeyecektir. Davaya bakan savcı da yargıç da sanık da Polis’teki kayıtlarda H.B olan ismin, H.B.’oğlu’ olarak kayda geçirilmesine sessiz kalmıştır. Odacı kısa süren davada çok cüzi bir ceza almış ve hapis yatmamıştır. Artık görevde de değildir.

Mağusa Ceza Mahkemesi’nde görülen bu davanın numarası 21/2018 mi? H.B.’nin kimlik numarasının sonu 1 sayısıyla mı bitiyor? Ve H.B, bahse konu davada sisteme H.B.’oğlu’ olarak mı girilmiştir? 

21/2018 sayılı dava 4735/2015 numaralı dava ile ilişkili midir?

Sisteme giriş yapamayacağım için farklı kaynaklardan teyit ettiğim bu bilgileri belgelemem mümkün değil. Ama kuşkusuz bu şehir efsanesinin sonlandırılması Mahkemeler’in elindedir. Aslı astarı yoksa bu iddianın, açıklama yapılır ve kirli spekülasyona son verilir. Fakat eğer bu iddia doğruysa Mahkemeler’den ve yetkililerden derhal harekete geçmesi beklenir.

Zira aynı yargıcın Yargı’da sınırlı sayıda olsa da birkaç savcı ve birkaç avukatla yıllardır yapılageldiği ileri sürülen yolsuzlukların altında imzası olduğu iddia olunmaktadır.

İddialar gerçekse, zengin suçluları, aile üyelerini ve yakınlarını çıkarları gereği koruduğu öne sürülen ve adaletsizlik dağıttığı iddia edilen ‘avukat-polis-savcı-yargıç çetesi’nin üzerine, her ne pahasına olursa olsun, ucunu tuttuğumuz her yerinden gideceğiz. 

Adaletin gözü bağlı terazisinde yasaya aykırı olarak umarsızca, utanmazca ve şahsi çıkarları uğruna gözünü açanlar, adaletsizliğin pençesinde büyük bir haksızlıkla gözü çıkarılanlardan ne yaparlarsa yapsınlar daha güçlü olamaz. 

Rezillerin konforlarından ödün vermeden bir çete olarak dağıttıkları rüşvetlerle Mahkemeler’in içini çürütmesine ve cezasız kalmalarına izin verenlerle, suskunluğa gömülenler varsa, bu bizi sonunda dünyanın en yolsuz devleti haline getirir.

Eğer bu iddialar doğruysa, steril olduğuna inanç beslediğimiz yargımızın içinde varsıl suçluların cezasız kalabileceği bir hakikatse, yargıyı içeriden kemirerek adil gücünü ve bağımsızlığını çok ciddi riske sokan bu ‘çete’, Yargı Kurumu önünde en büyük tehdittir. 

Hiçbir kurum kutsal değildir. Devletin hiçbir organı mitleştirilemez ve her kurumu kamu gözetimine tabidir. Şüphesizdir ki zamanında minör görünen bu iddialar geçmişte sorgulanıp, gerçekler ortaya çıkarılsa idi, bugün bu denli majör nitelikte savlar ortaya atılamayacaktı. 

Belgesizliğe sığınarak, azgelişmiş ülkelerdeki gibi yolsuzluğu olağanlaştıranlar ve kökünü kurutmayanlar sonunda tüm yargının baştan ayağa kirlenmesinde sorumluluk sahibi olacaktır. 

Daha önemlisi, yasaya aykırı davranışlarda yasa hükümlerini yerine getirmekle veya anlaşmazlıkları yasalara uygun olarak çözmekle görevlendirilmiş devletin memurları yasa dışı işler yapıyorsa, Mahkemeler’in adalet dağıtabileceğine kim inanacak?

Can Sarvan’a cansarvan@mikro-makro.net’den doğrudan ulaşabilirsiniz.
:

Yorumunuz

share
Siteyi Telegram'da Paylaşın
Siteyi WhatsApp'ta Paylaşın
Siteyi Twitter'da Paylaşın
Siteyi Facebook'ta Paylaşın