Bilimin en devrimci keşiflerinden birine, DNA’nın çift sarmal yapısının keşfine adını yazdıran James Dewey Watson, 20. yüzyılın en tartışmalı figürlerinden biri olarak tarihe geçti.
New York’un Long Island bölgesindeki bir bakımevinde hayata gözlerini yuman Watson’ın ölümünü oğlu doğruladı. Babasının bir enfeksiyon nedeniyle hastanede tedavi gördüğünü, ardından bakım merkezine transfer edildiğini belirtti.
Watson, Francis H. C. Crick ile birlikte yaşamın genetik planını çözerek modern biyolojinin seyrini değiştirmişti. Ancak bilimsel başarılarının yanı sıra, yıllar boyunca yaptığı tartışmalı açıklamalarla da gündemde kaldı.
Genetiğin şifresini çözen ortaklık
Watson, yalnızca 25 yaşındayken, İngiltere’deki Cambridge Üniversitesi’nde Francis Crick ile birlikte insanlığın genetik kodunu taşıyan DNA’nın yapısını çözerek bilim tarihinin dönüm noktalarından birine imza attı.
Dr. Watson, 1951 yılında Kopenhag'daki biyokimya çalışmalarını bırakıp İngiltere'deki Cambridge Üniversitesi'nin bir parçası olan Cavendish Laboratuvarı'na taşınmıştı. Biyolojideki en önemli konu olarak gördüğü DNA'ya olan hayranlığını paylaşan araştırmacılarla orada çalışmaya kararlı olduğunu söylemişti.
Laboratuvarda, savaş nedeniyle ara verdiği doktora çalışmalarına yeniden başlayan 30'lu yaşlarındaki Crick ile karşılaştı. Konusu görünüşte hemoglobinin protein yapılarıydı. Aslında Crick de DNA'ya takıntılıydı.
Protokol ihlali
King's College London araştırmacıları Rosalind E. Franklin ve Maurice HF Wilkins tarafından elde edilen X-ışını görüntüleriyle çalışan Dr. Watson ve Crick sonunda molekülün fiziksel bir modelini oluşturdular. Anahtar, Dr. Wilkins'in ikiliye Dr. Franklin'in bazı görüntülerine erişim sağlamasıyla ortaya çıktı; bunlardan biri olan Fotoğraf 51, molekülün yapısına dair ipucu verdi. Yaygın olarak bir araştırma protokolünün ihlali olarak kabul edilen bir şekilde, Dr. Wilkins, Dr. Franklin'in bilgisi olmadan X-ışını görüntüsünü Dr. Watson ve Crick'e vermişti.
Bu materyalin yardımıyla ikili, DNA'nın dış "rayları" şeker ve fosfat moleküllerinden oluşan bir tür bükülmüş merdiven şeklinde olduğunu öne sürdü. Merdivenin her basamağı, DNA'nın dört kimyasal bazından ikisinden oluşuyordu: Adenin, timin, sitozin ve guanin. Adenin her zaman timinle, guanin ise her zaman sitozinle eşleşiyordu.
Hücre içindeki enzimler bu bükülmüş merdiveni ortadan ikiye kesebilir ve hücre içindeki bazları kullanarak bir DNA molekülünden iki yeni DNA molekülü yaratabilirdi. Bu keşif, kalıtımın biyolojik temelini açıklamanın yanı sıra, modern genetik mühendisliğinin, gen düzenleme teknolojilerinin ve DNA dizilimleri devriminin kapısını açtı.

DNA’nın X ışını fotoğraflarını çeken Dr. Rosalind Franklin’e cinsiyetçi söylemleri
Watson ve Crick, 1962’de Maurice Wilkins ile birlikte Nobel Fizyoloji veya Tıp Ödülü’ne layık görüldü. Ancak Rosalind Franklin’in adı, 1958’de 37 yaşındayken yumurtalık kanserinden öldüğü için Nobel tarihinde yer alamadı. Oysa 27 ay boyunca, kristalleşmiş DNA'nın dünyanın en berrak X-ışını fotoğraflarından bazılarını çekmeyi başaran Dr. Franklin’di. Crick ve Watson bu fotoğraflara izinsiz bir şekilde baktıklarında, molekülün çift sarmal yapısını mükemmel bir şekilde ortaya koyan fotoğraflar olduğunu gördüler. Franklin’in katkısı sonradan feminist bilim tarihi yazımında hak ettiği önemi kazandı; Watson’ın ise bu süreçte Franklin’i küçümseyici tavırları yoğun eleştirilere yol açtı.
Dr. Rosalind Franklin, günümüzde bilim dünyasındaki feministlere göre o dönemdeki çoğu kadın gibi, düşük ücret aldı, saygı görmedi ve erkek meslektaşları tarafından sık sık aşağılandı. Yıllar geçtikçe Dr. James Watson, röntgen görüntüleri iyi olsa da, neye sahip olduğunun farkında olmadığını söyleyerek, Dr. Rosalind Franklin’in katkısını küçümsedi.
1960'ların standartlarına göre bile gerici tavırlar sergileyen Dr. Watson, Dr. Franklin'i bekâr, ahmak, cinselliği bastırılmış, hayal gücünden yoksun, verilerinin değerini anlamayan ve erkeklere pek ihtiyacı olmayan bir hantal olarak resmetti.
Özellikle feminist bilim tarihçileri, Watson’ın tutumunu “bilimsel ataerkilliğin simgesi” olarak değerlendirdi.
Bir laboratuvardan genom çağına
Watson, 1968’de Long Island’daki Cold Spring Harbor Laboratuvarı’nın başına geçtiğinde, bu küçük araştırma merkezi hızla dünyanın önde gelen genetik araştırma kurumlarından biri haline geldi.
Kanser genetiği, moleküler biyoloji ve mikrobiyoloji alanlarında yürütülen çalışmalar, onun yönetsel vizyonu sayesinde laboratuvarı küresel bir bilim üssüne dönüştürdü.
Aynı zamanda lise öğrencileri için DNA temelli araştırma programları başlattı ve biyolojinin halka ulaşmasını sağladı.
1980’lerin sonunda, Watson, insan genetik kodunun tamamının çözülmesini hedefleyen İnsan Genomu Projesi’nin ilk direktörü oldu. Bu proje, 21. yüzyılın en büyük bilimsel girişimi olarak kabul ediliyor.
Watson, genetik bilginin “insanlığın ortak mirası” olduğunu savundu ve genlerin patentlenmesine karşı çıktı. 1992’de ABD hükümetiyle yaşadığı görüş ayrılıkları nedeniyle projeden ayrıldı, ancak 2013’te Yüksek Mahkeme’nin genlerin patentlenemeyeceğine hükmetmesiyle fikirlerinin doğrulandığı kabul edildi.
Irkçı söylemleri
Watson’ın parlak kariyeri, sık sık yaptığı ırkçı ve cinsiyetçi açıklamalarla gölgelendi.
2007’de The Sunday Times’a verdiği bir röportajda siyahların genel olarak beyazlar kadar zeki olmadığını öne sürmesi büyük infiale yol açtı.
Bu iddiayı, 2018'de bir başka yayında, PBS belgeselinde tekrar edince kendisinin yöneticisi olduğu Cold Spring Harbor Laboratuvarı bu açıklamaları kınadı ve Watson’ın fahri unvanlarını iptal etti.
Yazarlığı
Watson, 1968’de yayımlanan “The Double Helix – Çift Sarmal” adlı anı kitabıyla bilim dünyasında bir tabu yıktı.
Kitap, bilim insanlarının rekabet, kibir ve sezgiyle dolu insani yönlerini gözler önüne serdi. Meslektaşlarının tepkisini çekmesine rağmen, kitabı kısa sürede bilim edebiyatının klasiği haline geldi.
Kongre Kütüphanesi, kitabı Amerikan edebiyatının en önemli 88 eseri arasında gösterdi.
Watson ayrıca “Genlerin Moleküler Biyolojisi” adlı ders kitabıyla nesiller boyunca biyologların temel başvuru kaynağı oldu.
Cold Spring Harbor’daki liderliği sayesinde onlarca araştırmacı Nobel ödülü kazandı. 2014’te Nobel madalyasını açık artırmayla satarak, gelirini bilimsel araştırmalara bağışladı. Madalyayı 4,1 milyon dolara satın alan Rus milyarder Alisher Usmanov, Watson’a jest olarak madalyayı iade etti.
Kişisel yaşamı
Watson’ın kişisel yaşamı, bilime yaklaşımı kadar sıra dışıydı. Chicago’da borç tahsildarı bir babanın oğlu olarak doğan Watson, 15 yaşında üniversiteye girdi, 25 yaşında bilimin gidişatını değiştirdi.
Eşi Elizabeth Lewis ile iki çocuk sahibi oldu; oğullarından biri olan Rufus’un akıl hastalığı, Watson’ın genetik araştırmalara olan ilgisini daha da derinleştirdi.
Watson, inançsızlığını hiçbir zaman gizlemedi.
“Babamın Tanrı’ya inanmaması, başıma gelen en şanslı şeydi,” diyordu. Bilimi bir tür “akıl dini” olarak gören Watson, insanın genetik yazılımını çözmenin Tanrı’nın kitabını okumakla eşdeğer olduğunu kabul edenlere mesafeli durdu, ancak insan aklının doğayı anlamaktaki üstünlüğüne sarsılmaz biçimde inandı.
2000 yılında İnsan Genomu Projesi’nin tamamlanmasıyla ilgili törende, ABD eski başkanı Bill Clinton bu başarıyı “Tanrı’nın yaşam kitabının okunması” olarak nitelendirmişti. Watson ise, Tanrı değil, bilimin insanı kurtaracağına inanıyordu.
Kaynak: New York Times











Yorumunuz