Dünya

Tutuklu gazeteci Fatih Altaylı: ‘Tuzun kuru diye bir kenarda duranın tuzu da gün gelir ıslanır’

‘Türkiye Cumhurbaşkanı’na tehdit’ suçlamasıyla tutuklanan Gazeteci Fatih Altaylı'nın kişisel Youtube kanalında Silivri Cezaevi'nden gönderdiği ikinci mektup okundu. 

21 Haziran'da YouTube kanalında yayınlanan videoda kullandığı ifadelerin "Cumhurbaşkanına tehdit" suçu oluşturduğu iddiasıyla gözaltına alınan ve 22 Haziran'da tutuklanan gazeteci Fatih Altaylı tutuklu bulunduğu Silivri Cezaevi'nden mektup gönderdi. 

Altaylı'nın tutuklanmasının ardından Youtube kanalındaki, "boş koltuk" ise birçok kez izlendi.

Fatih Altaylı'nın tutuklanmasının ardından 'Fatih Altaylı YORUMLAYAMIYOR' serisi başlarken bugün de "Fatih Altaylı YORUMLAYAMIYOR: Silivri Günlüğü - 2" başlığıyla yeni bir video yayımlandı.
Videoda Altaylı'nın Silivri Cezaevi'nden yolladığı mektup okundu.

Altyalı'nın mektubu şöyle:

"Hoş kokulu bir deterjan ile odanın yerlerini tekrar sildim. Şu an mis gibi"

“Sevgili Emre, umarım iyisiniz, afiyettesiniz. Ekibe selam. İzleyicilerimize kucak dolusu teşekkür. Bugün keyfim çok yerinde. Önceki gün Silivri'deki ilk tam günümde en sevdiklerimle geçirebildim. Onlarla, Hande ve Zeynep ile görüşmeden tutuklandığım için aklım onlardaydı. Sonunda görüştük. Camın arkasından bile olsa konuşmak güzeldi. Hande'nin duruşu, ağlayan avukatıma söylediği cümle şahaneydi. Herkes ona 30 yıldır niye her geçen gün daha fazla aşık olduğumu anlamıştır herhalde. Zeynep de annesi gibi dimdik. Onunla da gurur duyuyorum. Onunla aylardır görüşmediğimiz için dertliydim, üzülüyordum. Dün rahatladım. Sizlerin de iyi olduğunu duydum onlardan. Başta sen, hepiniz dimdiksiniz.

Biliyorsun şanslıyımdır. Şimdi de şansım yerinde. Bana verilen odanın oldukça pis olduğundan ve kantinden epey bir temizlik malzemesi sipariş verdiğimden söz etmiştim. Kuş pislikleri falan yıkamadan temizlenecek gibi değildi. Ama yıkayacak su yok, su olsa gider yok. Eldeki malzeme yetersiz. Ben kara kara nasıl yaparım diye düşünürken birdenbire odaların bulunduğu dış koridordan bir su sesi gelmeye başladı ve bir anda kapının altından içeri sular gelerek odanın leş gibi tabanı yıkanıyordu kendi kendine. Bana kalan, burada "çekpas" adını verdikleri alet ile odadaki suları koridora geri yollamaktı. Sonra da hoş kokulu bir deterjan ile odanın yerlerini tekrar sildim. Şu an mis gibi.

"Burada 52 kanalı izleyebiliyoruz: Halk TV ve Sözcü TV de var"

Temizlik dışında avukat görüşmeleriyle geçiyor günüm. Arada da televizyondan haber izliyorum. Burada 52 kanalı izleyebiliyoruz. Halk TV ve Sözcü TV de var. Eğer merak eden varsa söyleyeyim. Yemekler fena değil ama pek yemiyorum. Sabah psikologla, öğleden sonra cezaevi doktoru ile görüştük. Odamda otururken odaya bir serçe girdi camdan. Masama yerleşti, biraz ekmek yedi, sonra gitti. Bugün de gelir belki.

"AKP'li Mücahit Birinci ile geçmişte çok fikir tartışmamız olduğu halde, tutuklanmamla ilgili son derece doğru bir hukuki yorumda bulundu"

Televizyon sayesinde artık dışarıda olan bitenden haberdar olabiliyorum. Cezaevi psikoloğu "Kendinizle ilgili haberleri izlemeyin, stres seviyeniz artabilir" demişti. Ama insan izlemeden duramıyor, izliyorum. Dostlardan, fikri yakınlarımdan gelen destek strese sokmak bir yana, aslında azınlık değil çoğunluk olduğumuzu göstererek keyfimi yerine getirdi. Tabii fikri namus ve haktan yana olmak için ille de muhalif olmak gerekmiyor. AKP'li Mücahit Birinci ile geçmişte çok fikir tartışmamız olduğu halde, tutuklanmamla ilgili son derece doğru bir hukuki yorumda bulundu. Kendisine beni savunduğu için değil, doğrudan yana olduğu için, hukuka saygı gösterilmesini cesaretle istediği için teşekkür ediyorum. Adalet Bakanı'na tavsiyem ise izlemediği, dinlemediği konuşmalar hakkında yorum yapmaması. Yargıyı etkilemeye çalışırken benim asla kullanmadığım "diktatör" tanımını bana yapıştırmasın. Ben Erdoğan'a diktatör demediğim gibi, daha önceki bir konuşmamda tam aksini söylediğim için dinleyenlerin bazılarının tepkisini almıştım. Ama bilip bilmeden konuşmak dönemin modası ve Bakan Bey de bu modaya uymuş. Konuşmasının sonunda "yargı bağımsızdır" demeyi unutmuş. Ya da bu kadarını o bile söyleyememiş.

Bu arada duydum ki tutuklanmamı fırsat bilen RTÜK Başkanı, bizden yine hukuksuz biçimde lisans istemeye başlamış. Türkiye'de bir milyon YouTube yayıncısı varken bu lisansın sadece benden talep ediliyor olması da AKP döneminin adalet anlayışının simgesi gibi. İyi Parti Genel Başkanı Müsavat Dervişoğlu'nun da deyişiyle, "Şaka mısınız be adam?"

"Netanyahu ve yancısı Trump, biraz nefeslenip yeniden vurmaya başlarlar"

Sen sormuyorsun ama ben söyleyeyim. İran-İsrail ateşkesi sevindirici ama kalıcı olacağını zannetmiyorum. Bana göre İsrail'e nefes aldırmak için Trump'ın tezgahı, İran'ın beklenenden güçlü tepkisi ve fiili desteğe rağmen İsrail'i hala vuruyor olması, yorulan İsrail için futboldaki su molası gibi oldu. Netanyahu ve yancısı Trump, biraz nefeslenip yeniden vurmaya başlarlar.
Savaş, petrol fiyatlarını da çok etkilemedi ama iktidarımız fırsatı değerlendirdi. Akaryakıt fiyatı 50 TL'yi geçti, motorin 53 TL'yi. İktidar, petrolün fiyatı 110 dolarken üst üste zamlar yapmış, petrol 60 dolara gerileyince aynı düşüşü pompaya yansıtmamıştı. Ama şimdi 75 dolara çıkmasını hemen yansıttı. Tabii motorin fiyatlarındaki artışın enflasyona yansımasını da göreceğiz. TÜİK'e rağmen tarımsal üretim ve lojistikteki fiyat artışı katlayan bir etki yapacak. İktidar enflasyonu durduramıyor ama adalet için yürümek isteyen hukukçuları polis zoruyla durduruyor. Keşke polis zoru ile enflasyonu da durdurabilselerdi ama işler öyle yürümüyor. Polis zoru ile yabancı sermaye de gelmiyor. Tam aksine, siz adaletin önünü kestikçe yabancı sermayenin ve yatırımcının da önünü kesiyor, mecburen kara paranın ve illegalitenin önünü açıyorsunuz. Bunu hala görememiş olmaları siyasi ve idari körlüğün zirvesine yaklaştıklarını gösteriyor.

"Cezaevinde ayda 14.000 TL yetmeyip az geliyorsa, emeklinin halini siz düşünün"

Bizim buraya geri dönersek, içeride bile dışarıdan çıkarılacak sonuçlar var. Cezaevinde kantin alışverişi için haftalık harcama limiti 3500 TL. İyi halli bir tutuklu ya da hükümlü iseniz cezaevi yönetimi bu miktarı belirli oranda artırabiliyor. Yani bu miktar aslında yetersiz. Ki haftada 3500 TL, ayda 14.000 TL demek. O da aslında bir emekli maaşı. Cezaevinde kira yok, aydınlanma, ısınma, su, sıcak su bedava. Günde üç öğün yemek bedava. Ama 14.000 TL yine yetmeyip az geliyorsa, emeklinin halini siz düşünün. Üstelik de bu para cezaevindeki bir kişiye yetmiyor olmalı ki, iyi halde limit arttırılıyor. Mehmet Şimşek bilsin diye söylüyorum.

"En kıdemli Ahmet Özer ile dün yan yana avukat odalarındaydık"

Sevdiğiniz insanlardan uzak olmak dışında tek sorun yalnızlık. Ortak alan yok. Kimse kimseyi görmüyor. Diğer tutuklular ile tek karşılaştığımız yer ya görüşe ya da avukata giderken koridorda karşılaşmak veya avukat görüş odalarında camdan görmek. Selam vermek dışında konuşmak, hele hele el sıkışmak falan söz konusu değil. Şu ana kadar Şişli, Büyükçekmece, Beşiktaş, Gaziosmanpaşa, Esenyurt Belediye Başkanlarını ve bazı bürokratları gördüm. Uzaktan selamlaşıp "geçmiş olsun" dedik. En kıdemli Ahmet Özer ile dün yan yana avukat odalarındaydık. Bağıra bağıra sesini duyurmaya çalışarak tavsiyelerde bulundu. Burada yakında İBB meclisi toplansa en kıdemli üye olarak meclise başkanlık edecek.

Lafı fazla uzatmayayım. Herkese selam söyle. Yorumlayamamamı bile bir milyondan fazla izleyen değerli izleyicimize sevgi ve minnetlerimi ilet. Dün de dediğim gibi, pırıl pırıl gençler bu ülkeye sahip çıkarken biz boş duramayız. Tuzun kuru diye bir kenarda duranın tuzu da gün gelir ıslanır. Bir ülkemiz, gençlerimizin bir geleceği var. İkisine de sahip çıkmalıyız. İkisi de çok değerli, o yüzden bedeli yüksek.”

Fatih Altaylı YORUMLAYAMIYOR: Silivri Günlüğü – 1

24 Haziran’da yayımlanan ‘Fatih Altaylı YORUMLAYAMIYOR: Silivri Günlüğü – 1’ ise şöyleydi:

"21 Haziran Cumartesi, Emre ile gün boyu hafta sonu programlarının çekimlerindeydik. Öğlen saatlerinde bir ara verip, F1’in 2026 yılından itibaren Türkiye’ye gelebilmesi için bazı görüşmeler yaptım.Ardından çekimlere devam ettik. Bu arada cuma günü yayınladığımız programda kullandığım bazı ifadelerin kesilip biçilerek farklı anlamlara büründürmeye çalışan birtakım trollerin sosyal medya üzerinden başlattığı saldırıyı izliyorduk.Belli ki bir şeyler kaynatıyorlardı.

Akşam saat 18:00 gibi eve döndüm.Pazar akşamı 2 ayı aşkın süredir görmediğim kızım İstanbul’a gelecekti. Heyecanlıydım. Mutfağa girip onun sevip özlediği yemekleri yapmaya başladım. Sarmaları ocağa koyduğum sırada kapı çaldı. Saat galiba 9’a yaklaşıyordu.“Hayırdır, inşallah” diye açtım, kimseyi beklemiyordum. Kapıda polis oldukları aşikar 4 kişi duruyordu. Gayet kibarca “Fatih Bey iyi akşamlar. Hakkınızda gözaltı kararı var, bizimle gelmeniz gerekiyor.” dediler. Güldüm. “Ben sizi yarın sabah bekliyordum.” dedim.

Öyle ya, Cumhurbaşkanlığı danışmanlığına oturtulmuş bir kişi gün içinde tehditler savurmuş, suyumun ısındığını söylemişti. Belli ki bir şeyler kaynatılıyordu. “İçeri buyurun, hazırlanayım. Bir iki parça bir şey alayım.” dedim. “Biz giremeyiz. Siz de buradan ayrılmayın. Eşiniz hazırlasın.” dediler. “Eşim annesinin yanında. Evde yok.” dedim. Hande, annesini görmeye Balıkesir’e gitmişti. Polislere “Eşimi arayıp haber vereyim.” dedim. Allahtan o sırada henüz gitmemiş olan yardımcımızdan telefonumu istedim. Ekibin başındaki başkomiser “Fatih Bey telefon açamazsınız. Telefonunuzu da biz teslim alacağız.” diyerek telefonu aldı.

"Polislerin arasında evden çıktım. Üzerimde ev kıyafetlerim, ayağımda ev ayakkabılarım vardı"

Yardımcımıza “Hande Hanım’a haber ver. Fatih Bey’i polisler götürdü de. O da avukatıma haber versin.” dedim ve polislerin arasında evden çıktım. Üzerimde ev kıyafetlerim, ayağımda ev ayakkabılarım vardı. Önce Haseki Hastanesi’ne geldik. Polis arkadaşlar son derece kibardı. Orada bir kadın doktor beni muayene etti. Kronik rahatsızlığım olup olmadığını ve kullandığım ilaçları sordu. Yanıtlarımı not aldı. Çok zarif, çok iyiydi. “Geçmiş olsun.” deyip yolladı.

Çıkıp ekip otomobiline geri döndük. Sonra başkomiser geldi ve “Doktor Hanım sizi tekrar görmek istiyor.” dedi. Muayene odasına döndüm. Bahsettiğim rahatsızlıklardan birinin ilacını söylemediğimi fark etmiş, unuttum diye düşünmüştü. Onu da yazmak istemişti. Dikkatine teşekkür ettim. “Onun için ilaç almıyorum. Beslenmeme dikkat ediyorum.” dedim. Tekrar ekip otosuna döndük ve “Vatan Emniyet’e” doğru yola çıktık. Üç araçlık konvoyumuzla Vatan Caddesi’ndeki İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne vardığımızda fotoğraf çekilmesin diye büyük özen gösteren polis ekibi beni hemen “Güvenlik Şube’ye” çıkardı.

Çoğu genç, pırıl pırıl bir polis ekibinin arasında buldum kendimi. Hakkımdaki suçlamayı henüz bilmiyor, açıkçası merak da etmiyordum. Çünkü suç işlemediğimden emindim. Ama trollerin yazdıklarından neyle karşılaşacağımı üç aşağı beş yukarı tahmin ediyordum. Yarım saat kadar sonra avukatım Rezzan Aydınoğlu ve Ömer Teker gelince suçlamayı da öğrendim. Cumhurbaşkanı’nı tehdit etmişim. “Türk halkı sandığı sever” demiştim ya! Zorunlu olmadığı halde ilk ifademi poliste verdim.

Sonrasında biraz polis sorunlarından, daha önce gözaltına aldıkları gazetecilerden, sosyal medya fenomenlerinden söz ettik. Tüm polisler pırlanta gibiydi. Yanlarında kendimi kötü hissedeceğim hiçbir şey olmadı. Saat 12 gibi beni nezarethaneye indirdiler. Sağ olsunlar önceden konuşmuş, güvenliğim için bana tek kişilik bir nezarethane odası bulmuşlardı. Orada da gayet kibar bir muamele gördüm. Bir nezarethaneye koyuldum. Plastik kaplı ince sünger yatağın üzerine koymam için 3 battaniye verdiler. Sermeme yardım ettiler. Bir ihtiyacım olursa kameraya el sallamamı söyleyip gittiler.

Merak ediyorsunuzdur, nezarethane söylendiği kadar kötü ve pis bir yer mi diye. Söyleyeyim, beton yatakların üzerinde, plastiğe sarılı süngerler, yüksek bir tavan, tavanda kamera. Pis değil, eski, köhne. Demir parmaklıklar ile tam bir “kodes.” Gece geç saat gittiğim için olsa gerek tuvaletler pisti. Ama içerdeki kokunun kaynağı tuvaletler değil, hemen yakınındaki narkotik deposuydu. Nezarethane buram buram uyuşturucu, daha doğrusu “ot” kokuyordu.

Bağırıp çağıran, sövüp sayan nezarethane arkadaşlarım sayesinde uyumadan sabahı ettik ama saatle ilgili bir fikrim yoktu. Bir süre sonra gelen görevliye saati sordum. “6’yı 20 geçiyor.” dedi. Sekiz buçuk dokuz gibi sandviç ve su dağıttılar. Yiyecek halim yoktu, almadım. 11’e kadar nezarethanedeki alçak yatağın üzerinde oturup bekledim. 11’de Güvenlik Şube’deki yeni arkadaşlarım gelip aldılar. Yukarı çıktık. Savcı Bey 1’de bekliyordu. Önce hastaneye gidip yine rapor alacak, oradan “Çağlayan’a” gidecektik.

Bayrampaşa Devlet Hastanesi’nin ilgili biriminde tekrar sağlık muayenesinden geçtim. Muayeneyi yapan ekip sorması gerekenler dışında bir şey söylemedi ama bakışları çok şey anlatıyordu. Daha sonra Çağlayan Adliyesi’nin hiç görmediğim, bilmediğim bir yerinden girip yerin 7 kat altına indik. Böyle bir giriş olduğunu dahi bilmiyordum. Aşağıda, 1 saat kadar otomobilde bekledik. Savcı Bey hazır değildi.

Saat iki gibi savcının huzuruna çıktık. İfademi verdim ama aslında gereksizdi. Kararı troller çoktan vermişti. Savcının tutuklama istediğini de kapısının önünde beklediğimiz savcıdan değil, sosyal medya trollerinden öğrendi avukatım Rezzan Aydınoğlu. Oradan nöbetçi Sulh Ceza Hakimliği’ne indik. Kısa bir bekleyişten sonra mahkemeye çıktık. Bir daha ifade verdik.

Hakime hanım karar için ara verdi ama sosyal medya tutuklandığımı duyuran troll haberleri ile dolmuştu bile. Tutuklandım. Gece yarısı apar topar İstanbul’a dönen eşim gelmişti ama ne adliye binasına ne de mahkeme salonuna sokulmuştu. Tutuklandığım haberini Rezzan’dan aldı. Tutuklanmam bir hukuk rezaleti idi ama bir ilk değildi ve artık vakayı adiyeydi Türkiye için.

“Geçer Fatih abi, geçer”

İnfaz savcılığında işlemlerim sürerken ben de beni getiren güvenlik şube polisleri ile aşağıda bekliyordum. Onların da üzüldüğünü görüyordum. İçlerinden biri ile sarıldık. Öyle içtendi ki gözlerim doldu. “Geçer Fatih abi, geçer.” dedi. Zor tuttum kendimi.

Sonra 3 otomobil yola çıktık. Bayrampaşa civarında başkomiserin kullandığı Volkswagen’e makas atan bir genç çarptı. Araç pert olunca biz iki araç Silivri’ye doğru yola devam ettik. Silivri Devlet Hastanesi’nde bir muayene daha… Sonra Silivri Cezaevi ya da resmi adıyla “Marmara Ceza İnfaz Kurumu Kampüsü”. Polis arkadaşlarla vedalaştık. “Hakkınızı helal edin.” dedim ve Silivri’ye girdim.

Silivri: Eskiden yoğurduyla meşhurdu, artık cezaevi ile 

Eskiden yoğurdu ile meşhur olan Silivri artık cezaevi ile meşhur ve belli ki her muhalif canlı bir gün burayı tadacak. Giriş işlemlerim epey sürdü. Parmak izi, fotoğraf, kuralların anlatılması, arama derken vakit geçti epey. Sonra önüme koyulan evrakları imzalamaya başladım. Birinde saati de yazmam gerekiyordu. İnfaz koruma memuruna saati sordum, “19:15” dedi. Tam da kızımın uçağının iniş saati idi.Her seferinde kendisini karşılamama alıştığı için gözleri beni arayacaktı ve ben orada değildim. Çok kötü hissettim.

Daha sonra ne kadar kalacağımı bilmediğim hücreme götürüldüm. Hücre dediysem, adı öyle. Aslında 2 katlı bir suit oda. Alt katta bir metal mutfak tezgâhı, bir metal mutfak dolabı, bir alaturka tuvalet ve yanında bir duş. Üst katta da yan yana üç yatak. Ama ben güvenlik nedeniyle yalnız kalacağım. Odada beni karşılayan cezaevi müdür yardımcısı kısaca kuralları anlattı. Ayda bir açık görüş, 4 kapalı görüş, tutuklular için sınırsız avukatla görüşme hakkı…Haftada 3.500 TL’lik kantin alışveriş hakkı. Para bulundurmak yok. Harcayacağınız para cezaevi veznesine yatıyor. Arçelik buzdolabı ve televizyon alma hakkınız var ve o, bu limite dahil değil.

Müdür Bey’in anlattığı kadarı ile oda yeni elden geçmiş, boyanmış. Bana yeni bir yatak ve yeni çarşaf ve nevresim verdiler. Ancak havalansın diye açık bırakılan pencereden giren kuşlar sadece odamın baktığı avluya değil odaya da pislemişler ve otlar taşımışlar. Yönetim bana biraz bulaşık deterjanı bir de bulaşık süngeri verdi. Odamda yalnız kalır kalmaz temizliğe başladım.

Önce demir yatağın tozunu ve kuş pisliklerini silip yatağı yerleştirdim. Çarşafı geçirdim, yastık kılıfını taktım. Sonra mutfağa geçtim. Epey bir uğraştım. İçime sinecek kadar değilse de bayağı temizlendi. Kantinden ilk haftalık istihkakımı temizlik malzemeleri için kullanacağım. Kova, vileda, süpürge, temizlik bezi falan. Malzemeler gelince yerleri bir güzel silerim. Çünkü bayağı toz ve ot içinde. 

"5 adet de örümceğim var ama onlara dokunmuyorum. Karşılıklı saygılı bir ilişki umuyorum"

Gece ilk avukat görüşünde sağım solum İBB Meclisi gibiydi. Sağımdaki kabinde Gaziosmanpaşa Belediye Başkanı, solumdaki kabinde Şişli Belediye Başkanı avukatları ile görüşüyordu. 12 gibi yattım ama sivrisinekler rahat bırakmadı. Epey bir katliam yaptım. 5 adet de örümceğim var ama onlara dokunmuyorum. Karşılıklı saygılı bir ilişki umuyorum. Saat 6 gibi kuş sesleri ile kalktım. Sabah 8:30’daki sayımı beklerken bu satırları yazıyorum. 

Kantin listem hazır. İnfaz koruma personeli çok yardımsever ve gayet güler yüzlü. Birazdan ilk cezaevi yemeğimi yiyeceğim. Buradaki günlerimi elden geldiğince sizlerle paylaşırım. Her şey insanlar için ve ilk kez böyle bir deneyim yaşıyorum.

Bazılarının başı göğe ermiştir herhalde. FETÖ ile ortakken de denemiş ama yapamamışlardı. Şimdi oldu. Benim tek derdim ise sevdiğim insanları üzmüş olmam.”

Kaynak: Fatih Altaylı web sitesi

:
share
Siteyi Telegram'da Paylaşın
Siteyi WhatsApp'ta Paylaşın
Siteyi Twitter'da Paylaşın
Siteyi Facebook'ta Paylaşın