Rüşvet alanların ve etkin pişmanlık göstermeyen rüşvet vericilerin hem hapis hem de ağır para cezalarıyla karşılaşmadığı bir düzende yolsuzluğun durması mümkün mü?
Mali Polis’in yürüttüğü soruşturma kapsamında Merkezi İhale Komisyonu (MİK) Başkanı Salih Canseç ile kurum çalışanı Yönel Arman’ın “rüşvet alma”, “kamu görevlisinin iltimas karşılığı ödül kabul etmesi” ve “görevi kötüye kullanma” suçlamalarıyla tutuklanması, aslında yıllardır herkesin bildiği bir “sır”rın görünür hale gelmesinden başka bir şey değil. Çok bilinen sırlardan…
Rüşvet karşılığında ihale bilgilerinin önceden sızdırıldığı, bazı şirketlere ihaleye girmemeleri için para teklif edildiği, rüşvet verilen şirketlere özel ihale dosyaları hazırlandığı iddiaları; KKTC’deki ihale sisteminin yurttaşın sırtından haksız kazanç üreten bir yapıya dönüştüğünü gösteriyor.
Peki, bugüne kadar kaç şirketin bu yöntemle ihale aldığı ortaya çıkarılabilecek mi? Bu mali suçlara yalnızca hapis cezası verilmesi yeterli mi?
Dünyadaki benzer yolsuzluk vakalarında çalınan kamu kaynakları, suçlulara verilen ağır para cezalarıyla geri alındı. ABD’deki Georgia asfalt ihaleleri skandalından Brezilya’daki Petrobras dosyasına kadar pek çok ülkede rüşvet ve ihale yolsuzluğu yapan kişi ve şirketler hem hapis hem de yüksek para cezalarına çarptırıldı.
Kamu kaynaklarının çalınması aynı zamanda enflasyonu artıran bir etkendir. Rakiplerin parayla yarıştan çekildiği veya fiyatları yapay biçimde yükseltmek amacıyla çok yüksek teklif verdiği ihalelerde fiyatlar elbette şişecektir. Devlet daha pahalı hizmet alacak, yani kaybeden yine yurttaş olacaktır.
Örneğin, piyasa değeri x olan bir ürün ya da hizmet devlete 3x’e satılabiliyorsa ve bunun 1x’i rüşvete gidiyorsa, bu çarktan beslenmeyen dürüst şirketler ihalelere girmek istemeyecektir. Böylece rüşvet dağıtan şirketler piyasayı tekeline alacak, kamu ise ürün ve hizmeti gerçek değerinin çok üzerinde almak zorunda kalacaktır.
Zaten KKTC iktidarı, 2026 bütçesinde her 100 TL’lik harcamanın 13,45 TL’sini borçlanarak finanse etmeyi planlıyor. 2025 yılında 18 milyar TL olan bütçe açığı, 2026’da %40,58 artarak 25 milyar 697 milyon TL’ye çıkacak. Yani devlet mevcut açığı kapatmak yerine üzerine yenisini ekliyor. Bu şartlarda ihaleye fesat karıştıranların para cezasından muaf kalması, tüm bedelin vatandaşa yüklenmesi anlamına gelmez mi?
Rüşvet vererek, hatta bazı rakiplere de rüşvet dağıtarak ihale alan şirketlere uygulanacak en etkili yaptırım, doğrudan kasalarına yansıyacak ağır para cezalarıdır. Etkin pişmanlık göstermeyen bu şirketler tespit edilip cezalandırılmadığı sürece kamu zararı yurttaşın cebinden çıkmaya devam edecektir.
Peki, bizim Ceza Yasası’nda hapis cezasının yanına para cezalarının eklenmesi neden bu kadar zor? Zaten tanıkların teminatlarının değiştirilip yurt dışına çıktığı, geri dönmediği ve bu nedenle dosyaların takipsizliğe düştüğü davalarla dolu bir ülkede kim ses çıkaracak da yasa yapılacak?
İyiyiz böyle! Ne oldu Erkut Hafız’a mesela? Sosyal medya paylaşımlarına bakılırsa Güney Kıbrıs’a kadar geliyor ama kuzeye geçmiyor meşhur tanık. Hani “çok kısa bir süre sonra” dönecekti? Neden güneyden kuzeye geçmedi acaba? 1 milyon dolarlık rüşvetle dava kapatma iddiaları ve Doğan Alas dosyasına ne oldu? Daha kaç dava bu şekilde bekliyor? Savcılık veya Polis raflarında yıllardır ilerlemeyen dosyaların akıbeti nedir?
Mahkemelerde bu konuda hangi verilerin mevcut olduğu kamuoyunca bilinmiyor. Mahkemeler Faaliyet Raporları’na göre takipsizlik verilen Ağır Ceza dosyalarının sayısı 2018’de 46, 2019’da 53, 2020’de 55, 2021’de 48, 2022’de 58, 2023’te 62 ve 2024’te 80’dir.
Ancak bu takipsizliklerin ne kadarının tanıkların teminat değişikliğiyle yurt dışına çıkıp geri dönmemesi gibi nedenlerden kaynaklandığı açıklanmadığı için belirsizlik sürüyor. Bu konuda detaylı veri paylaşılmaması, sürecin şeffaflığına dair soru işaretleri yaratıyor. Tanığı teminat değişikliği ile yurt dışına çıkan ya da dosyası bir daha açılmayan davalardaki sanık profilleri hakkında da resmi bir bilgi bulunmadığından, sistemin herkese eşit işleyip işlemediği konusunda net bir değerlendirme yapılamıyor.
MİK skandalı büyük; ancak bu ülkede geçmişte yaşanan benzer nitelikteki yerli skandalların nasıl sonuçlandığına baktığımızda, çoğunun akıbetini hâlâ bilmiyoruz. Aynı şekilde, Fatma Ünal’la ilgili sahte diploma soruşturmasına ilişkin dosyanın Savcılıkta ne kadar daha bekleyeceği bilinmiyor. Ünal'ın UBP Girne Kadın Kolları Başkanlığı’ndan alınmasına ilişkin gerekçenin açıklanmamış olması belirsizliği büyütüyor. İki ilçedeki UBP Kadın Kolları başkanlarının da görevden alınması ise olası gerekçenin önceden hazırlanmış olduğu izlenimini güçlendiriyor.
Üstelik tüm bakanlarının erkeklerden oluştuğu bir partide başarısızlığa verilen ilk tepkinin kadın kollarından başlaması ayrıca tartışılması gereken bir konu olarak karşımızda duruyor.
Bu soruların gölgesinde kalan asıl gerçek şudur: Ekonomik suçu işleyenin cebine ciddi şekilde dokunulmadıkça yolsuzluk bitmeyecek.











Yorumunuz