Yazılar

Vicdan körelmişse kelimeler artık gereksiz, devrim yaparız!

'O sınır aşındığında, kelimeler biter; eylem başlar.'

Vicdan, insanlığın benliğinde kökleşmiş en değerli ama bir o kadar da tuhaf kavramlardan biridir. Tuhaf, çünkü en güvendiklerinizde çoktan köreldiğini gördüğünüz anlar olur. Ve gariptir; hiç beklemediklerinizde ansızın ortaya çıktığına da tanık olursunuz. İçten gelir; bastırılamaz, sesi kısılamaz. Enerjisi bünyeyi sardı mı durdurulamaz.

Vicdan bilinçli biçimde askıya alındığında, söz ikna edici olma vasfını yitirir. Her söz, muhatabında bir karşılık arar çünkü. Mesele anlamamak değil de çıkarları gereği anlamamayı seçmekse, anlatmak artık yersizdir.

Dünya genelinde yayılan değerler erozyonu ne kadar ürkütücü görünürse görünsün… Birilerine göre iyi ve doğru olanla, başkalarına göre kötü ve yanlış olanın sınırları ne kadar esnetilirse esnetilsin… Dünyayı geriye taşıma çabasının ağır bir bedeli vardır. Her devrimin bir karşı devrim doğurma ihtimali olduğu gibi, her tür baskıcı düzen de karşısında yeni devrimlerin filizlenmesini kaçınılmaz kılar. Çünkü “düzen” yalnızca kanun maddeleriyle değil, insanların “bu kadarı da olmaz” dediği görünmez bir sınırla ayakta durur.

O sınır aşındığında, kelimeler biter; eylem başlar.

Baskıcı yapıların ortak refleksi bellidir: Sizden korktukça sizi daha fazla baskı altına almaya çalışırlar. Yolsuzluk ve kurumsal çürüme karşısında muhalefetin ve toplumsal tepkilerin ortak hedeflerde birleşemediği KKTC gibi yerlerde tablo daha da çıplaklaşır. İç baskı zayıf kalır; “idare etme” eğilimi güçlenir. Bu boşlukta, mevcut düzeni sınırlayan irade çoğu zaman dışarıdan gelir. Kaynağı AB mi olur, Türkiye mi olur, ABD mi olur; konjonktür belirler. Ama sonuç değişmez: Kendi halimize bırakıldıkça evimizin önünü temizlemek yerine daha da kirlettiğimiz defalarca ortaya çıkmıştır.

Bugün “iyi” diye anılan pek çok düzenlemenin arkasında dış baskı gerçeği olduğu, herkesin bildiği ama yüksek sesle söylemediği bir sır gibidir. Kara paranın aklanmasının önlenmesine yönelik düzenlemeler, bu durumun en bilinen örneklerindendir. İçeride irade zayıfsa, dışarıdan “olmazsa olmaz” dayatması gelir; biz de bunu “reform” diye sunarız.

Dünyadan koptukça, kendi mahallesinde çıkar odaklarıyla “al gülüm ver gülüm” düzeni kurup gününü ve sülalesinin refahını kurtaran bir zihniyet güçlenir. Ne önünü görür ne arkasına bakar. Ama bugün ne olup bittiğini siz eylerken, biz görüyoruz. Neyi neden, hangi gerekçenin arkasına saklanarak yaptığınızı bir çırpıda anlıyoruz. Çünkü bu ülkede “gerekçe”, uzun zamandır gerçeği açıklamanın değil, gizlemenin aracısı oldu.

Gelecek için daha aydın bir toplumsal yapı ihtimali de giderek zayıflıyor. Giden gençler geri dönmüyor. Kalanların önemli bir kısmı ise mevcut yapıyı değiştirmek yerine “düzenden daha fazlasını nasıl kaparım” hesabında. Parası yeten yurt dışında ev alıyor; gerektiğinde ülkeyi terk edebileceği bir kaçış kapısı yaratıyor. Düzeni değiştireceğini iddia edenlerin çoğu, Meclis’e girip milletvekili maaşına bağlanma hedefiyle konuşuyor. Bir kere Meclis’e girdiklerinde, geçmişte söylenenlerin yerinde yeller esiyor. Siyaset, söz vermenin değil; unutmanın kurumu gibi işliyor.

Lüksemburg eski başbakanı ve Avrupa Komisyonu eski başkanı Jean-Claude Juncker’in şu sözü bu yüzden fazlasıyla tanıdık geliyor: “Hepimiz ne yapacağımızı biliyoruz, sadece bunu yaptıktan sonra nasıl yeniden seçilebileceğimizi bilmiyoruz.” 

Bizde de durum tam olarak bu. Ne yapılması gerektiğini herkes biliyor; ama bedelini kim ödeyecek, riskini kim alacak, koltuğunu kim tehlikeye atacak? İşte orada sesler kısılıyor.

Gelin görün ki KKTC’yi bir rahat bırakmıyorlar. Son günlerde, eski bazı haber ve iddialar yeniden dolaşıma sokuluyor; Lüksemburg’dan İngiltere’ye, ABD'ye, Ukrayna’dan Macaristan'a, Belarus’a uzanan bir hat üzerinde hem de… 

Bu metinlerde KKTC için kullanılan en sert tanımlardan biri şimdiden kartvizitimize yapışıyor: “Suç şebekeleri tarafından güvenli sığınak olarak kullanılan, yarı hukuksuz bir bölge.”

Bu dilin dünyada rahatça dolaşabilmesi, algının nasıl bir boşlukta şekillendiğini gösterir. Kurumlar zayıfsa, denetim işlemiyorsa, siyaset “nasıl göründüğünü” “ne olduğu”ndan daha önemli sayıyorsa; bir gün gelir, dışarıdaki dünya sizi kendi kelimeleriyle tanımlar. Ve o sözcükler, içerideki bildik yalanlardan çok daha acımasız olur.

Bu yeniden dolaşıma sokulan haberlerde Belarus’ta H casino üzerinden kara para aklama iddialarından, merhum Halil Falyalı’nın adıyla anılan yasa dışı bahis ve uyuşturucu parası iddialarına kadar pek çok unsur yan yana getiriliyor. İsimler, rejimler, Dubai’deki mülkler… Bütün halinde sunulduğunda ise tek bir fotoğraf üretiyor: “Denetimsiz bir alan.” Asıl tehlike de budur. Çünkü denetim dışı görünmenin bedeli yalnızca itibar değildir; finansal sistemden yatırım iklimine, diplomatik hareket alanından günlük hayatın güvenliğine kadar her şey bu bedelden payını alır.

Jeopolitik tablo da daralıyor. Güney Kıbrıs, Yunanistan ve İsrail hattında stratejik bir yakınlaşma var; ABD ve Fransa güneydeki askeri üslerine yatırım yapıyor. Bunun Kıbrıs’ta çözümü zorlamak için olduğuna inanmak isteyenler olabilir. Ama aynı kişiler, Erhürman seçilince güneyin kuzeydeki müteahhitlere açtığı davaların duracağına da inanıyorsa, mesele çözüm değil; kendi kendimizi avutma ihtiyacımızdır. “Biz burada TMK’ya hiçbir şey ödemeden Rum mülklerini pazarlayalım, satalım, dünya da bunu görmezden gelsin…” Böyle bir rahatlık arıyorsanız, gerçek dünya kapıyı çaldığında ilk kaçış planını yapanların da en yüksek sesle “memleket sevgisi” nutukları atanlar olacağını biliyoruz.

Başa dönelim: Vicdan körelmişse kelimeler artık gereksizdir. Çünkü kelimeler vicdanı harekete geçiremez; yokluğuna olan kızgınlığı dışa vurur sadece. Bizimse öfkelenmekle yetinmememiz gerekiyor. Birileri “idare ederiz” dedikçe, dışarıdan “yarı hukuksuz” diye etiketlenmemiz şaşırtıcı değildir. Şaşırtıcı olan, hâlâ bunun sonuçsuz kalacağını sanmamızdır.

Masaya asgari ücreti ve gıda enflasyonunu yazmak için oturmuştum; bakın nereye geldik. Olur da yeni yıla kadar yazamazsam, şimdiden 2026 müjdesini vereyim: Güzel bir seneye giriyor devrimciler. Çünkü devrim dediğim şey romantik bir slogan değil; bu ülkede hesap verebilirliğin normalleşmesi, denetimin ve şeffaflığın mecburiyet olması, kayırmacılığın suç sayılması, siyasetin koltuk değil sorumluluk olarak anlaşılmasıdır.

Büyük bir demokratik mücadele bizi bekliyor. Ve göreceksiniz: Öyle de böyle de kazanacağız.

Can Sarvan’a cansarvan@mikro-makro.net’den doğrudan ulaşabilirsiniz.
:

Yorumunuz

share
Siteyi Telegram'da Paylaşın
Siteyi WhatsApp'ta Paylaşın
Siteyi Twitter'da Paylaşın
Siteyi Facebook'ta Paylaşın