Sonda tümevarımla yazacağımı, baştan tümdengelimle söyleyeyim: Organize çeteler, kara paranın büyük kârlar üretmediği ülkelerde barınamaz. Dahası, organize suçun siyaseti ve devlet kurumlarını çürütmediği yerlerde çeteler şiddet tehdidinde bulunamaz.
KKTC’de organize çeteler Halil Falyalı’dan önce de vardı. Uyuşturucu ticaretiyle, kaçakçılıkla bağlantılı bazı tartışmalı ‘iş insanları’nın korunma arayışı ve tehditle haksız kazanç sağlama tutkusu, Türkiye’den çetelerin adaya getirilmesine ya da burada yaratılmasına yol açtı.
Siyasiler, yasal engeller yüzünden sınırlı kalabilen rüşvet gelirini çocuklarının şirketleri üzerinden çoğaltmaya başlayınca, 1990’ların sonlarında siyasetin kirlenme süreci hızla derinleşti. Falyalı döneminde ise bu çürüme gizlenemez bir hale geldi.
Yasa dışı bet dolandırıcılıktır; uyuşturucu kaçakçılığı ise ağır bir suçtur. Ancak bu suçlardan servet elde edenlere yasal müdahale yerine rüşvetle ortak olundukça, yasa dışı bahisle birlikte çeteler de kökleşti ve güç kazandı.
Haksız ve yasa dışı kârın her zaman bir yasal açığı vardır. Bu açığı kullanan suç örgütleri, ‘bana da pay ver yoksa seni yaşatmam’ diyerek kök salarken, onların ayakçıları da çoğaldı. Siyasetçiler yasa dışı betten ve her türlü gayrimeşru işten kendilerine ve partilerine gelir sağladı. Devletin yoz unsurları ise soruşturmaları ilerletmeyerek, suçluları cezasız bırakarak çetelerin KKTC’de devlet korkusu olmadan büyümesine zemin hazırladı.
İsmet Felek’i Felek yapan bazı karanlık, Kıbrıslı ‘iş insanları’ ve maşaları siyasetçilerle devletin çeşitli organlarındaki çürük yöneticilerdir. Yoksa Felek ne zamanında KKTC’de aleyhine açılan davalardan beraat edebilirdi ne de sınır dışı edildikten sonra sınır dışı kararı kaldırılarak adaya geri dönebilirdi.
Çeteler kökleşip kurumsallaşırken, yoz yöneticiler bunların liderlerini KKTC’den sürdüklerinde işin biteceğini sandı. İsmet Felek’ten kurtulunca adamlarından da kurtulacaklarını düşündüler. Oysa biz 2024’te yazmıştık: Bir Felek gider, bin Felek gelir. Nitekim kardeşi Oktay Felek, Bilal Tula’yı tehdit etti; dahası benzer bir davası askıdaydı. Buna rağmen Savcılık tutuklu yargılama talebinde bulunmadı ve Oktay Felek serbest kaldı. Savcılık tehdidi suçtan saymazsa, bu adamların da önüne gelene tehdit yağdırmaktan başka ne yapması beklenirdi ki? Sonuç ortada: En iyi bildikleri işi, KKTC’de korkusuzca yapmaya devam ettiler.
Bugün geriye dönüp İsmet Felek’in Mağusa’dan bugüne iş tuttuğu Kıbrıslı Türk iş insanlarını saysak, liste hiç beklenmeyen isimlerle dolar. Peki bu isimler bugün çıkıp Felek’le çevirdikleri işlerin hesabını verir mi? Zamanında artık görevde olmayan hangi yargıca, hangi savcıya onun adına ricacı olduklarını açıklarlar mı? Felek’in sınır dışı kararını iki kez kaldıran siyasetçilerin isimlerini hatırlıyor musunuz? Serdar Denktaş ya da Nazım Çavuşoğlu… İsimlerin değişmesi gerçeği değiştirmiyor.
İsmet Felek Türkiye’nin çıkardığı kırmızı bültenle aranmasına rağmen son olarak Gürcistan’dan kaçmayı başardı. Nasıl bir kırmızı bültense bu, Felek Türkiye tarafından bir türlü yakalanamıyordu.
Genel olarak tüm Kıbrıs’ın, özel olaraksa Kıbrıs Türkünün güvenliği ve refahı için adada bulunan garantör Türkiye’den çeteler akın akın KKTC’ye geliyor; saygın şirketlerden küçük esnafa, hatta çiğköftecisine kadar herkesi oğluyla kızıyla tehdit ediyor. Polis artık Türkiye’den korgeneral düzeyinde askere bağlıyken, bir avuç çete Kıbrıslı Türkleri çekinmeden hedef alıyor; iş insanlarının şirket binalarına, araçlarına kurşun sıkıyor. Güney Kıbrıs ABD’nin koruması altında sessizce ilerleyen bir ‘tehdit’se, KKTC’de Türkiye’den gelen çeteler Kıbrıslı Türklerin varlığına esaslı ve açık bir tehdit değil mi?
Eğer bu tehdit, kimlikle giriş kolaylığı sayesinde yoz siyaset ve kurumlar tarafından bertaraf edilemiyorsa; üstelik siyasilerin çocuklarına kadar dayanıyorsa, atılması gereken ilk adım bellidir: KKTC’ye Türkiye’den kimlikle giriş kaldırılmalı, pasaportla girişe geri dönülmelidir.
KKTC, yurttaşlarının güvenliğinden bağımsız, sadece stratejik bir toprak parçası değildir. Türkiye’nin adada bulunmasının temel gerekçesi, Kıbrıslı Türklerin varlığıdır. Eğer bu halk organize suç çeteleri yüzünden göçe zorlanırsa, Türkiye’nin varlığı tartışmaya açılır. Ada yarısında suçla baş edemeyen bir Türkiye görüntüsü, 'stratejik önem' ve 'güvenlik' söylemlerini boşa düşürüyor.
KKTC’de siyasetin en vahim alışkanlığı suçluları ‘rehabilite etme’ kılıfıyla korumasıdır. Falyalı bu sayede yasal bet izni aldı; Mahkeme kararlarıyla tefecilik yaptığı belirlenen Tekin Arhun güya bu sebeple banka sahibi yapıldı. Resmi evrakta sahtecilikten tutuklanmasına rağmen devlet Arhun’un bankasından borçlanmaya, şirketine ihale üstüne ihale vermeye devam etti.
Falyalı dönemi organize suç ağlarının devlete sızmasının, demokrasiyi ve güvenliği tehdit eder hale gelmesinin en açık göstergesidir. Bunun sorumlusu UBP başta olmak üzere devleti yönetmiş tüm partilerdir. Bu nedenle onlardan organize suç çetelerini temizlemesini beklemek baştan saçmadır.
Türkiye’den gelen organize suç çetelerinin KKTC’de önünü kesecek olan Türkiye’dir ve Türkiye’den de daha da geç olmadan beklenen budur. Aksi halde Kıbrıslılar, suç aktörlerinin tehditleriyle adadan göçe zorlanırken, mesnetsiz iddialar da uluslararası alanda başkalarının eline koz olarak geçecektir. Aynı zamanda çeteler, cesaret bulup devletin, polisin ve yargının temiz unsurlarına bile saldıracak seviyeye gelecektir.
Devlet kurumlarındaki çürükleri ayırmayan ve suçluları cezasız bırakanlar, bu güçle beslenen organize suçun bir gün kendilerine de saldırdığını görecekler. Çünkü işin aritmetiği böyle: Kara para suç örgütlerini çeker; yolsuzluk, kolluk kuvvetlerini ve yargıyı aşındırır; sonuçta cezalandırılmayan suç örgütleri devleti tehdit eder.
Bugün siyasetçinin oğlu tehdit ediliyor. Yarın devletin temiz unsurları da hedef alınabilir. Teksas’ı çoktan aştık, Latin Amerika’ya döndük. Orada yolsuzluk düzeni her gün can alıyor; biz de aynı yola girdik.
Yorumunuz